DEVAM: 21- iMAN EHLİNİN İMAN
BAKIMINDAN BİRBİRLERİNDEN ÜSTÜN OLUŞLARI VE YEMENLİLERİN BU HUSUSTAKİ
ÜSTÜNLÜKLERİ
92 - (53) وحدثنا
إسحاق بن
إبراهيم.
أخبرنا
عبدالله بن الحارث
المخزومي، عن
ابن جريج،
قال: أخبرني أبو
الزبير؛ أنه
سمع جابر بن
عبدالله يقول:
قال رسول الله
صلى الله عليه
وسلم: "غلظ
القلوب،
والجفاء، في
المشرق.
والإيمان في
أهل الحجاز".
[:-191-:] Bize İshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dediki): Bize Abdullah
b. el-Hâris el-Mahzumî, İbni Cüreyc'den naklen haber verdi. Demişki: Bana
Ebu'z-Zübeyr haber verdi. Kendisi Câbir b. Abdillâh'ı şöyle derken işitmiş: Resulullah
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
"Kalp katılığı ve
kabalık meşrikta, iman ise Hicaz ehli arasındadır. "
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 2839
A.DAVUDOĞLU AÇIKLAMASI İÇİN buraya tıklayın
NEVEVİ ŞERHİ (179 - 191): Baptaki Rivayetlerin Lafızları ve Anlamı
Bu
bapta(ki ilk hadiste) "Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) eliyle Yemen' e
doğru işaret etti. .. İman şu taraftadır ... buyurdu." Ondan sonraki
rivayette: "Yemenliler geldi. .. Hikmet Yemenlidir." (182) bir diğer
rivayette: "Size Yemenliler geldi. .. Hikmet Yemenlidir." Bir diğer
rivayette (183): "Küfrün başı doğu tarafındadır ... Koyun
sahiplerindedir." başka bir rivayette (184) de (2/30):
"İman
Yemenlidir ... At ve deve sahipleri arasındadır." Başka bir rivayette
(188) (2/31): "Yemenliler size geldi. Küfrün başı doğu tarafındadır."
Diğer rivayette (191) ise: "Kalp katılığı. .. İman da
Hicazlılardadır" buyurmuştur. Görüldüğü gibi bu hadisin rivayetinde farklı
yerlerde ihtilaf bulunmaktadır. Kadı Iyaz (rahimehullah) bu ihtilafları bir
araya getirmiş, ondan sonra ise Şeyh Ebu Amr İbnu's-Salah (rahimehullah)
bunları muhtasar bir şekilde güzel bir süzgeçten geçirmiştir. Ben de onun
söylediklerini aktaracağım. O şöyle diyor:
İmanın
Yemenlilere nispet edilerek sözkonusu edilmesini ilim adamları zahiri
anlamından ayırarak açıklamışlardır çünkü imanın başlangıç yeri Mekke sonra
Medine'dir. -Yüce Allah her ikisini de korusun- (Kur'an ve sünnetteki) garip
lafızlara dair eser yazanların imamı Ebu Ubeyd sonra da ondan sonra gelenler bu
hususta değişik görüşler nakletmişlerdir:
1-
O bununla Mekke'yi kastetmiştir çünkü Mekke'nin Tihame'den, Tihame'nin de Yemen
topraklarından olduğu söylenir.
2-
Maksat Mekke ve Medine' dir çünkü hadiste rivayet edildiğine göre Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu sözlerini Tebuk'ta iken söylemiştir. Mekke ve
Medine ise o zaman kendisi ile Yemen arasında bulunuyordu. Allah Resulü Yemen
tarafına işaret ettiğinde Mekke ile Medine'yi kastederek: İman Yemenlidir
buyurmuş ve böylelikle iki şehri o zaman Yemen tarafında bulundukları için
Yemen' e nispet etmiştir. Nitekim Mekke' de bulunan Rükn-i Yemanı'ye böyle
denilmesi de Yemen cihetinde oluşundan dolayıdır.
3-
İnsanların çoğunlukla benimsediği ve Ebu Ubeyd tarafından en güzelleri kabul
edilen görüş, bundan kastın Ensar olduklarıdır çünkü onlar asılları itibariyle
Yemenlidirler. Böylelikle kendileri imanın Ensar'ı (yardımcıları) olduklarından
dolayı iman onlara nispet edilmiştir.
Şeyh
Ebu Amr (rahimehullah) dedi ki: Şayet Ebu Ubeyd ve onun yolunu izleyenler
hadisin rivayet yollarını Müslim'in ve diğerlerinin yaptığı gibi lafızlarıyla
bir araya getirme yolunu izlemiş ve bu yollar üzerinde iyice düşünmüş olsalardı
sözünü ettikleri yorumlardan başka açıklamalara ulaşacaklar ve hadisin zahir
anlamını bırakmazlar, Yemen ve Yemenliler lafızları ile mutlak olarak
kullanıldıkları vakit ne anlaşılıyorsa onun kastedildiği neticesine varırlardı.
(2/32) Çünkü hadisin lafızlarından birisinde: "Size Yemenliler geldi"
denilirken, Ensar da bu hitabın muhatapları arasında idi. O halde gelenler
onlardan başkalarıdır. Aynı şekilde Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in:
"Yemenliler geldi" buyruğunda da, geldiklerinden o zaman için söz
edilenler Ensar'dan başkaları idi. Diğer taraftan Nebi (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) onları imanlarının kamil olmasını gerektiren ifadelerle nitelendirmiş
ve buna bağlı olarak imanın Yemenli olduğunu ifade buyurmuştur. İşte bu da
Mekke ve Medine' den değil de Yemen halkından yanına gelenlerin imamlarına bir
işaret idi. Sözün zahirine göre alınıp, gerçek olarak Yemenliler hakkında kabul
edilmesinin önünde de bir engel yoktur çünkü herhangi bir niteliğe sahip olup,
o niteliğin onunla varlığı güç kazanıp, o kişiden bu niteliğin görülmesi
pekişecek olursa kendisi de onunla başkalarından ayırt edildiğini ve bu
vasıftaki halinin kemalini hissettirmek için o şeye nispet edilir. İşte
Yemenlilerin de o zamanda imandaki halleri ve Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in hayatında olsun, onun vefabnın hemen akabinde olsun oradan
gelenlerin durumu hep bu idi. Uveys el-Karani ve Ebu Müslim el-Havlani -Allah
ikisinden de razı olsun- ve kalbi teslim olup, imanı güçlü diğer benzerlerinde
görüldüğü gibi. İşte bu sebepten dolayı iman onlara nispet edilerek imanlarının
kemalini ifade etmek ve bununla birlikte başkalarında iman bulunmadığı anlamını
vermemek suretiyle iman kendilerine nispet edilmiştir. O halde bu şekildeki
lafız ile Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in, "iman Hicaz/ı/ar arasındadır"
buyruğu arasında bir aykırılık yoktur.
Diğer
taraftan bu ifadeden maksat o zaman için onlardan bulunanlardır.
Yoksa
bütün zamanlarda bütün Yemen halkı kastedilmiş değildir çünkü lafız böyle bir
şeyi gerektirmemektedir. İşte bu hususta hak olan budur, bizi hakka ilettiği
için Allah'a şükrederiz. Allah en iyi bilendir.
(İbnu's-Salah)
dedi ki: (Hadiste) sözkonusu edilen fıkıh ve hikmete gelince, fıkıh burada
dinde anlayış sahibi olmaktan ibarettir ama daha sonraları fukaha ve fıkıh
usulü alimleri fıkıhın özelolarak muayyen hükümlere istidlal yoluyla şer'i,
ameli hükümleri idrak etmek olduğunu kabul etmişlerdir. Hikmete gelince, onunla
ilgili birbiriyle çatışan değişik görüşler bulunmaktadır. Bu tanım sahiplerinin
her biri yalnızca hikmetin bazı niteliklerini göz önünde bulundurmuştur. Bu
tanımlar arasında bize göre en özlü tanım şudur: Hikmet şanı yüce ve mübarek
Allah'ı bilip tanımayı kapsayan derin basireti, nefsin ahlaki bakımdan
güzelleştirilmesini, hakkın hak bilinip, gereğince amel edilmesini, heva ve
batıla uymaktan alıkonulmasını da beraberinde taşıyan hükümler ile nitelenen
ilimden ibarettir. Hakım de bu vasıfta olan kişiye denilir. Ebu Bekr b. Bureyd
dedi ki: Öğüt almanı sağlayan bir kötülükten seni alıkoyan, seni bir fazilete
çağıran yahut çirkin bir işten seni alıkoyan her bir söz hikmettir,
hikmetlerdir. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Şüphesiz şiirin bir
kısmı hikmettir" buyruğu da, bu anlamdadır. Bazı rivayetlerde ise (çoğul
olarak) "hikmet/erdir" denilmiştir. Allah en iyi bilendir.
(Şeyh)
İbnu's-Salah dedi ki: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Kalpleri en
yumuşak, yürekleri en yufka" buyruğuna gelince, meşhur olan fuad (yürek)
in kalbin kendisi olduğudur. (2/33) Buna göre Allah Raslilü kalbi iki ayrı
lafızIa tekrarlamış olur. Böyle bir ifade ise aynı lafzın tekrarından daha
uygundur. Fuad (yüreklin kalpten farklı olduğu, kalbin bizzat kendisi olduğu,
kalbin içi olduğu, kalbin zarı olduğu da söylenmiştir.
Kalplerinin
yumuşak ve yufka olmakla, zayıf olmakla nitelendirilmesinin anlamına gelince,
kalplerinde haşyet ve daveti hızlıca kabul etmeye hazır bir itaat vardır. O
kalpleri başkalarının kalplerini nitelendirdiği sertlik, kabalık ve katılıktan
uzak, öğüdün etkileri ile etkilenmeye hazır kalplerdir.
...
lafzında Ebu Amr eş-Şeybani, dal harfinin şeddesiz olup, tekili olan
"feddad"ın şeddeli dal ile olduğunu ileri sürmüştür. Çift sürmekte
kullanılan inekler demektir. Bu açıklamayı ondan, Ebu Ubeyd nakletmiş ancak bu
açıklamasını kabul etmemiştir. Buna göre maksat onların sahipleridir, muzaf
hazfedilmiş durumdadır. Doğrusu bu kelimenin dal harfinin "feddad"ın
çoğulu olarak şeddeli okunacağıdır. Hadis ehlinin el-Esmai'nin ve dilcilerin
çoğunluğunun görüşü budur. Bu kelime yüksek ses demek olan "el-fedid"den
gelmektedir. Bunlar ise develerini, atlarını, çiftlerini sürerken ve benzeri
hallerde seslerini yükselten, bağrışıp çağrışan kimseler demektir. Ebu Ubeyde
Ma'mer b. el-Müsenna dedi ki: Bunlar her birileri iki yüz ila bin arası deveye
sahip olan çok sayıda deve sahibi kimseler demektir. Nebi (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in "Şüphesiz katılık develerin kuyrukları dibinde bağrışıp
çağrışan kimselerdedir" buyruğunun anlamı ise, bunları sürerken yüksek
sesle bağırıp çağıran, gürültü çıkartan kimselerdir, demektir.
Allah
Raslilünün (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Şey tan ın boynuzlarının
çıktığı yerde Rabia ve Mudar'da" buyruğu da "Rabia ve Mudar"
isimleri "bağrışıp çağıranıar" dan bedeldir. Şeytanın boynuzları ise
başının iki yanıdır. İnsanları saptırmak için kışkırttığı iki grubu olduğu
söylendiği gibi, kafirlerden taraftarları olan iki grubu diye de açıklanmıştır.
Bundan kas ıt ise şeytanın tasallutunun ve küfrün özellikle doğu tarafında daha
fazla olduğudur. Nitekim başka bir hadiste: "Küfrün başı doğu tarafındadır"
buyurmuştur. Bu ise o hayatta iken bu sözü söylediği zaman ile ilgilidir. Bir
de Deccal'in doğudan çıkacağı zaman da böyle olacaktır. Doğu ayrıca bu iki
vakit arasında pek büyük fitneleri n menşei, çetin güç sahibi, azgın, kaba
kuwet kullanan kafir Moğolların da harekete geçtikleri yerdir.
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in:
"Öğünmek ve büyüklenmek" buyruğuna gelince, öğünmek (el-fahr) iftihar
etmek, tazim kastı ile anlı şan lı eski durumları sayıp dökmek demektir.
Büyüklenmek
(huyela) de kibir ve insanları küçük görmektir.
'At
ve deve sahipleri bağırıp, çağrışan bedeviler arasındadır" buyruğuna
gelince, vebar (tüy) her ne kadar atlarda değil sadece develerde ise de onların
atlara, develere ve vebar (denilen deve tüyünden yapılmış bedevi çadırlarına)
birlikte sahip olmakla nitelendirmiş olmasına da engel değildir.
Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve selIem)'in: "Vakar da koyun sahipleri
arasındadır" buyruğuna gelince, vakar (sekinet) rahat, huzur ve sükun
demektir. Bu ise bağrışıp çağrışanların nitelikleri ile ilgili söylediklerinden
farklıdır.
İşte
bunlar Şeyh Ebu Amr (İbnu's-Salah rahimehullah)'ın açıklamalarıdır. Bu
açıklamalar da yeterli olduğundan ötürü bunlara bir şeyler ekleyerek uzatmak
istemiyoruz. Allah en iyi bilendir.
Bu
Baptaki Senetler
(179)
Müslim (rahimehullah) dedi (1134) ki: "Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe tahdis
etti, İbn Mesud'dan ... " Bu senette geçen ravilerin hepsi Yahya b. Habib
ile Mutemir dışında Kufelidirler. İkisi ise Basralıdırlar.
İbn
Ebu Şeybe'nin adının Abdullah b. Muhammed b. İbrahim b. Ebu Şeybe olduğu, Ebu
Usame'nin ise Hammad b. Usame'nin kendisi olduğu, İbn Numeyr'in, Muhammed b.
Abdullah b. Numeyr olduğu, Ebu Kureyb'in, Muhammed b. el-Ala, İbn İdris'in
Abdullah, Ebu Halid'in Hürmüz olduğu geçmiş bulunmaktadır. Adının Sa' d ve
Kt;sir olduğu da söylenmiştir. Ebu Mesud'un adı ise Ukbe b. Amr el-Ensari
el-Bedri (r.anhum)'dur.
(186)
Diğer isnatta ise "ed-Darimı" geçmektedir ki kitabın mukaddimesinde
onun Darim adındaki kabilenin büyük atasına nispet edildiğine dair açıklama
geçmişti. Yine o senette geçen Ebu Yeman'ın adı Hakem b. Nafi'dir.
Ondan
sonraki (188) hadisin senedinde geçen Ebu Muaviye'nin adı ise Muhammed b.
Hilzim -noktalı hı ile-'dir. A'meş, Süleyman b. Mihran'dır. Ebu Salih,
Zekvan'dır. İbn Cureye, Abdulmelik b. Abdulaziz b. Cureye'dir. Ebu'zZubeyr,
Muhammed b. Müslim b. Tedrus'dur.
BÜİ\in
bunlar her ne kadar açıkça bilinen ve daha önce de geçen hususlar ise de
bunları tekrar edip, hatırlatıp, açıklamak istemem bu babı inceleyen bir kimse
eğer bazılarının biyografisini mutalaa etmek, durumunu öğrenmek ya da başka bir
maksada ulaşmak için ismini öğrenmek isterse kısa ifadelerle onun yolunu ben de
kısaltmak istedim. Allah doğruyu en iyi bilendir.